Hüseyin ALPASLAN'ın 9 Nisan 2024 tarihli yazısı: Ermeni Diasporasının İddialarına Karşı Bir Değerlendirme

Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti birçok cephede yoğun bir mücadele içerisinde bulunurken, Ermeni komiteleri, Ermeni milliyetçileri ve Ermeni Kilisesi Osmanlı İmparatorluğu topraklarında bağımsız bir devlet kurmak için elverişli şartların oluştuğunu düşünerek, önceden planladıkları şekilde harekete geçmişlerdir. Devletin içinde bulunduğu güç durumu ve savaşta yaşadığı zorlukları fırsata çeviren Ermeni komiteleri, Doğu Anadolu’da bulunan Rus işgal birlikleri içerisinde gönüllü Ermenilerden oluşan kendi silahlı kuvvetlerini kurmuşlardır. Aynı dönemde Osmanlı Devleti dört cephede devam ettiği savaşta, Çanakkale’de İtilaf Devletleri’nin güçlü donanmasına ve kara kuvvetlerine, Doğu Cephesi’nde de Rus askeri birliklerine karşı şiddetli bir savaş sürdürmüştür. 1915 yılında savaş bütün sıcaklığı ile yaşanırken ve Türk askerleri cephelerde çok sayıda şehit verirken, ülke içindeki asi Ermeni çetelerin, askerlere ve Müslüman halka karşı saldırıları artarak devam etmiştir. Osmanlı hükûmetinin birçok kez yaptığı uyarılar ve ayaklanmalara karşı aldığı önlemler, geniş bir sahaya yayılan ve çapı gittikçe büyüyen Ermeni isyanlarına ve katliamlara engel olamamıştır. İsyanların ordu gerisindeki ikmal noktalarını ve can güvenliğini tehlikeye atması, Müslüman yerleşim bölgelerinde artan mezalim ve son olarak Van’ın Ruslarca işgal edilmesi ile beraber Ermenilerin genel isyan için harekete geçmeleri üzerine, ülke topraklarının bekası, ordunun emniyeti ve halkın güvenliği için Osmanlı hükûmeti tarafından; 27 Mayıs 1915 tarihli “Savaş zamanında hükûmet uygulamalarına karşı gelenler için asker tarafından uygulanacak önlemler hakkında geçici kanun” ile tehcir kararı alınarak, zararlı faaliyetlerde bulunan Ermenilerin savaş bölgeleri dışına çıkarılması için uygulamaya geçilmiştir.

 Osmanlı hükûmeti, sevk ve İskân edilen Ermeniler için bütçe oluşturmakta zorlanmıştır. Zaten, savaşın ağır mali yükünü taşıyan ve genel ekonomisi darda olan Osmanlı Devleti, tüm imkanlarını zorlayarak, sevkin sağlıklı ve güvence içinde yürütülmesi, aynı zamanda iskân edilen yerlerde iyi yaşam koşullarının sağlanması maksadıyla, 1915-1917 yıllarında bütçeden önemli miktarda tahsisat ayırarak valilik ve mutasarrıflıklara göndermiştir.[1] Sağduyulu düşünenler, “ekonomik buhranla boğuşan ve savaşta olan Osman Devleti, soykırım yapmak niyetinde olsa, sevke tabi tuttuğu Ermenilere niçin bu kadar bütçe tahsis etsin?” sorusunu yöneltecektir. Osmanlı Devleti’ni tehcire mecbur tutan Ermeni isyanları ve düşmanla iş birliği yapılmasından dolayı savaşta olumsuzluk oluşturan sebepler, sevk için çıkarılan kanun ve talimatların içerikleri, sevke tabi tutulanların büyük çoğunluğunun sağ salim iskan edilmiş olması, zararsız Ermenilerin sevke tabi tutulmaması, zorluklar içinde  sevke ayrılan bütçe, tehlikenin kalmadığı kanaati üzerine tehcirin derhal sonlandırılması ve isteyen göçmenlerin geri dönüşlerine izin verilmesi gibi alınan kararlar bile, arşiv belgelerindeki gerçekleri görmek istemeyenler için tehcirin bir soykırım olmadığına dair meşru kanıtlardır

Osmanlı hükûmetinin sevklerin güven içinde yapılabilmesi adına yetkili ve sorumlu kurumlara verdiği talimatlara ve aldığı önlemlere rağmen; tehcir uygulaması istenilen düzeyde olmamıştır. Bazı kamu görevlilerinin ve durumdan vazife çıkartan art niyetli kişilerin suistimallerinden kaynaklanan gasp, yağma ve ölüm gibi olaylar gerçekleşmiştir. Osmanlı hükûmeti, verdiği talimatlarla: tehcir edilenlerin güvenliklerini sağlayan silahlı muhafızların sayılarının arttırılmasını, kafilelere saldıranların, hırsızlık ve soygun yapanlar ile cinayet işleyenlerin bir an önce yakalanıp yargılanmalarının sağlanmasını istemiştir. Yargılamalar Osmanlı Devleti’nin tehcir kararı almakla neyi amaçladığını göstermesi açısından çok şey anlatmaktadır. Soykırımla suçlanan dönemin hükûmeti, savaş koşullarında hiçbir bahanenin arkasına sığınmadan kendi askerinin, polisinin, valisinin, kaymakamının, memurlarının yargılanmalarına ve idam dahil birçok ağır cezalar almalarına engel olacak hiçbir eylem içerisine girmemiş, aksine tehcir esnasında suç işleyenlerin üzerine kararlılıkla gitmiştir. 1915 yılında devletin bekası adına zorunlu olarak tehcir kararı alan ve dönemin mutlak otoritesi olan hükûmette görevli olanlar ile aynı yıl içerisinde tehcirde suç işleyenlerin Divân-ı Harp’lerde yargılanmalarını sağlayan hükûmetteki sorumlu ve yetkililerin aynı kişiler olduğu, kasıtlı olarak görmezden gelinmektedir.

Birinci Dünya Savaşı sonrasında olağanüstü askeri mahkemelerde 1919-1922 yılları arasında yapılan yargılamaların neticesinde ortaya çıkan sonuç ile İngiliz Kraliyet Başsavcılığı tarafından Malta’ya sürülen ittihatçılar hakkında yapılan Ermeni kırımı soruşturması ve sonrası verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararı, soykırım iddialarını, tarihsel argümanlardan bağımsız olarak hukuken çürütmektedir. Diasporanın zorlama iddialarına karşı tarafsız ve bilimsel çalışmalarımızı esas alarak gerekli cevapları vermeye devam edeceğiz.

Hüseyin Alpaslan

Tarihçi-Yazar

Kaynakça

[1] Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı hükûmetinin yaptığı sevk, iaşe ve iskân masraflarını görmek için bk. Bülent Bakar, Ermeni Tehciri, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2013, ss.108-115.