Sedat SADİOĞLU'nun 14 Mart 2024 tarihli yazısı: Bazı Önemli Konular-1

Gören Göz – 59/1: Allah’ın Yüceliği

Bu başlık ve aşağıda verilen bilgiler, bir Müslümanı okumaya ve düşündürmeye yönlendirecek türdendir. Ayrıca (amaç olarak), bu çalışmada verilen ya da verilmesi için uğraşılan mesajların da bir özeti niteliğinde kabul edilebilir;

Bir âlime sorarlar;

-          Bir kimse tövbe ettiği zaman, tövbesinin kabul olup-olmadığı bilinebilir mi? Âlim şu cevabı verir;

-          Hayır, kabul veya reddedildiğine dair kesin bir hüküm verilemez. Fakat kabul edildiğine dair bazı belirtiler vardır. Bunlar sekiz kadardır. Eğer kişi;

1) İçerisinde, günâh işlemeye meyil bulunmadığını görürse,

2) Kâlbinden aşırı isteklerin gittiğini görür ve her şüpheli eyleminde Allah’tan korkarsa,  

3) Doğru ve güzel ahlâklı kişilerle dost olur, kötü huylulardan uzak durur ve örnek olursa, 

4) Açgözlülük yapmaz, az bile olsa meşru kazancı ile yetinirse,   (Helâl kazanç onun gözünde çoktur. Fakat yaptığı maddi iyilikler ve güzel ibadetler çok da olsa, onun gözünde azdır.)

5) Kâlbi daima Allah’ın farz kıldığı ve yapılmasını istediği şeylerle meşgul ise,

6) Dilini kötü sözlerden, gözünü de kötü şeylerden korursa,

7) Devamlı Allah merkezli bir düşünce içerisindeyse,

8) Ve geçmişte işlediği günâhlarından pişmanlık duyuyorsa, tövbesinin kabulü için ümitvar olsun….!

“Yüce Allah (c.c.) Müslümanları, her türlü günâhtan korunmak için güçlü kılsın…Amin!”

Gören Göz – 59/2: Yerinde Sayma

Seçimler önceleri, çeşitli sektörlerden çalışanların görüşleri ve yorumlarının alındığına tanık oluruz. Bunu yaparken de, daha çok halk ile iç içe olan esnaflar seçilir (taksici, minibüsçü, pazarcı, kuyumcu, kasap, emlakçı vb.) En çok da taksicilerin nabzı tutulur yani yorumları alınır. (Şüphesiz, iyi gözlemci ve halkın sorunlarına birebir muhatap olduklarından.) Bunlar, çoğunlukla yüksek oranda isabetli tahminlerdir. Ben de aynı yöntemi uygulayarak, iş yerinde, dolmuşta ve takside çalışan, aynı özellikteki şoförlerle, zaman zaman siyasi ve dini bilgilerini sorgulayıp ve kendim için bir çeşit “beyin fırtınası” oluşturdum. Beni en çok etkileyen bir yorum ise (özetle) şu oldu;

“Günümüz Müslümanlarının pek çok konuda başarısız olmasının bir nedeni de; Müslümanlar kısır çekişmeler ve çatışmalar içerisinde kalıyor ve hiçbir zaman kafasını kaldırıp ileriyi göremiyor, kafasını kaldırsa da gücü kalmıyor! Bunu çok iyi bilen Batı, modernlik adı altında, Müslümanları rahatlığa alıştırıyor,  (adeta) maddeleştiriyor (dünyalaştırıyor) ve kendisine benzetiyor!”

Yukarıdaki görüşler, Müslümanların neden ilerleyemediğinin ve neden İslâmiyet’i gayrimüslimlere ısındıramadığımızın da (önemli) bir göstergesi sayılabilir. İster kabul edelim ister kabul etmeyelim, aile içerisinde, aileyle ilgili bağlarda (akrabalıklarda), komşuluklarda, iş yaşamındaki arkadaşlıklarda ve hatta yolda yürürken bile, mukayese yaparız ve bazı üstünlüklere/güzel özelliklere ilgi duyarız. Hep daha fazlayı, daha güzeli, daha iyiyi isteriz. Bu ilginin ya da aşırılığın nedenini ise “insan olmaya veya insanın zayıf olmasına” bağlarız, böylece kendimizi sürekli kandırırız. Oysa bunlar içimize (kâlbimize) doğuştan yerleşmiş olan şeytanın vesvesesi ve fitneleridir. İnsan çok kolayca bu vesvese ve fitnelere uyabilir. Keşke ilgi duyduğumuz şeyler ve özenmeler, hem kendimizi, hem ülkemizi, hem de İslâm’ı ileri götürecek türden olsa! Ne güzel olurdu!

Bir Rivayet:

Şeytan, Hz. Nuh’un (a.s.) gemisine yaşlı biri olarak girmiş ve bir kenarda gizlenmiş. Hz. Nuh, yaşlı adamı fark etmiş, yanına gitmiş ve onunla konuşmuş. Yaşlı adamın şeytan olduğunu anlamış. Onu gemiden atmadan önce şeytan, insanlığı kıyamete kadar 5 fitne ile doğru yoldan çıkartacağını söylemiş ve şu iki fitneyi de tüm insanların kâlbine salacağını itiraf etmiş. (Rivayette bu itirafı, Allah’ın devreye girerek yaptırdığı söylenir) Bunlar, “kıskançlık” ve “hırs”tır. Kısacası; dünya nimetlerine aşırı düşkünlük ve aşırı istek)

Benzer işi yaptıkları halde, çeşitli nedenlerden veya tercihlerden dolayı farklı ücret alan kişilerin, birbirleriyle olan soğuklukları, (adaletsiz) ücreti bahane edip hoşnutsuzluk yaratmaları, dedikodu yapmaları, ne kadar doğrudur! Bu hatalar biz Müslümanları, yaşamın zaten var olan sorunları içerisinde boğup, yerimizde saymamıza neden olmuyor mu? Ancak unutmamak gerekir ki bunda, sosyal adaleti gerçek anlamda sağlayamayan devletlerin ve yöneticilerinin de suçu vardır.

“Yüce Allah (c.c.) Müslümanları, hiç şüphesiz şeytanın tuzaklarından olan ‘kıskançlık’tan ve ‘hırs’tan uzak duran kullarından eylesin…Amin!” 

Gören Göz – 59/3: Dünyalık Tek Ceza

Sadece akrabaları koruyup-kollamak ve hatta hatır sormak bile, ömrü uzatmaktadır. Bunlar iddia ya da yorum olmayıp, ayetlerle ve hadislerle sabittir. Ancak biz burada, akrabalarla ilişkilerini sıcak ve iyi tutmayan, gafil ve düşmanca davranan Müminlere, bir başka gerçeği hatırlatmak zorundayız. Bu da, ‘cezalarının bir kısmını dünyada çekecekleri’ gerçeğidir.

Akrabaları ile ilişkilerini koparan Müslümanın, öncelikle aile içerisinde ve sonra da toplum içerisindeki durumu çok aldatıcıdır. Her türlü yardımın önce akrabalardan başlaması gerektiğini bilen bir Müslüman, bu sevaplardan geri kalacağı gibi, toplumsal dayanışma adına daha pek çok sevaptan da yararlanamayacaktır. Üstelik zor durumda kalacağı gibi, diğer Müslümanlara da kötü örnek olacaktır. Bu yüzden, sadece bu günâhın bir kısmının cezası, yine bu dünyada ödettirilmektedir. Hatta hatasında ısrar edenler için, cennet kapıları dahi kapatılabilmektedir. Aşağıda hem ayet, hem de hadislerle konuya net açıklık getirilmiştir;

“Siz ey münâfıklar! İş başına gelecek olursanız, yeryüzünde fesat çıkarmak, akrabalık bağlarını parçalamak sizden umulur değil mi! Veya zalimler sizin başınıza geçtiği takdirde, onlarla bir olup yeryüzünde bozgunculuk yapar, akrabalık bağlarını keser, onlarla birlikte akrabalarınızı öldürürsünüz değil mi!” (Muhammed Suresi, 22.Ayet)

“Böyleleri, (kötü niyetleri yüzünden) Allah'ın, rahmetinden kovduğu, (hakikatin sesine karşı kulaklarını) sağırlaştırdığı ve (gerçeğe karşı) gözlerini körleştirdiği kimselerdir!” (Muhammed Suresi, 23.Ayet)

“Sıla-i Rahim, Arş’ta asılıdır. (Allah’ın izni ile dile gelir ve) der ki, «kim beni ifâ ederse (akrabalık görevlerini yaparsa), Allah ona erişir, kim beni keserse (akrabalar ve yakınlar arasındaki bağı ve iletişimi koparırsa),  Allah (da) ondan uzaklaşır»!” (Buhari ve Müslim, k.s.)

Abdurrahman İbni Avf’tan(k.s.) aktarılan başka bir hadiste;

Resulullah’tan (s.a.v.) işittim, şöyle diyordu; “Allah buyurur ki, «Ben Allah’ım, Rahim’i yarattım. Ve onun için bir ismimi böldüm. Kim Sıla-i Rahim yaparsa (akrabalar ve yakınlar arasındaki bağı ve iletişimi sağlam tutarsa), Ben ona yaklaşırım. Kim bunu keserse ondan uzak olurum.»”

Uzak durduğumuz ve hatta bize düşmanlık duyan bir akrabamıza yakınlaşırsak ve (ihtiyacı varsa) yardım edersek, ömrümüzün uzaması çok mümkündür. Ömür uzamasını istemek, dünyada yaşam sürerken daha fazla faydalı işe ve sevaba vesile olacağı içindir ki istenmelidir. Yoksa dünya nimetlerinden daha çok yararlanmak, para biriktirmek, yiyip-içmek, eğlenmek ya da günü-gün etmek için istenmemelidir! 

Günümüzde hâlâ, küçük köylerde ve mahallelerde, insanların bir şekilde yakın veya uzak akrabalık ilişkileri vardır. Bir Müslümanın, sadece birkaç akrabası ile dargın olması bile, ne kadar çok sıkıntıya meydan verecektir. Üstelik bu insanların sık sık karşılaştıklarını ve dedikoduları da düşünün! Düşmanlık ve kin gibi aşırılıkların, bir köyü zıt kutuplara ayırması bile mümkündür. Eski Türk filmlerindeki bazı senaryo konusu, bu tür düşmanlılarla doludur. Eskiden böyle düşmanlıklarda, akrabalar (aileler de dâhil), komşular ve arkadaşlar ara buluculuk yaparlardı. Hatta köylerde (arazi, borç, kan davası, vb. sorunlarında), muhtar ve köy ihtiyar heyetleri devreye girerlerdi. Bunlar, günümüzün “Akil İnsan”ları olup, bu deneyimli ve güngörmüş insanlara her zaman ihtiyaç vardır. Günümüzde de, siyasi anlaşmazlıklarda bu ‘Akil İnsanlar’dan yararlanma yoluna gidilmiyor mu?  

Sonuç:

Akrabayı koruyup-kollamak ve ihtiyacı olana maddi-manevi destek sağlamak öncelikli asli görevimizdendir. Bir aile reisine yakışan şekliyle karısına, çocuklarına, ana-babasına bakmaktır. Yani koruyup-kollamak, önce aile içerisinde başlamaktadır. Hatta Müslüman bir aile reisi için aşağıdaki kişilerin korunup-kollanması hem dinen bir görevdir ve hem de hukuk açısından da zorunludur. Çünkü yüce Allah’ın emanetçiliği söz konusudur. (Yani Sıla-i Rahim’dir.) Bu koruma-kollama sırası da şöyledir;

- Varsa annesi 

- Erkeğin karısı (eşi)

- Varsa kız çocuğu

- Varsa ve muhtaç ise kız kardeşi

- Varsa ve muhtaç ise halası veya teyzesi

“Rabbim! Beni, ana babamı, iman etmiş olarak evime girenleri (yakın-uzak akrabalarımı, komşularımı), iman eden erkekleri ve iman eden kadınları bağışla. Zalimlerin de ancak helâkini artır.”…Amin!” (Nuh Suresi, 28.Ayet)

 (NOT: Ellidokuzuncu bölümün sonu…)