Sedat SADİOĞLU'nun 21 Şubat 2023 tarihli yazısı: Derin Darbe

“Derin Darbe” adında güzel ve çok etkileyici bir bilimkurgu filmi izlemiştim. Filmin konusu, dünyaya çarpmak üzere olan ve dünyanın sonunu getirecek büyük bir meteor üzerineydi. Yakın zamanlarda çevrildiği için, (bu filmi) izleyenlerin olduğunu tahmin ediyorum. Çok zayıf bir kurtuluş ümidi de olsa, yılmadan çalıştılar, fedakârlık yaptılar ve dünyadaki pek çok insanı kurtardılar. Çok önceden önlem alıp, yaklaşık bir milyona yakın seçilmiş insan için de yaşam mağarası hazırlıklarını da saymıyorum. Zaten amaç da, insanların çoğunu kurtarmak olmalı, değil mi? Japonya’nın Kobe şehrindeki depremi hatırlayalım, binalar yan yattığı için ölümler azdı ve büyük çoğunluk kurtuldu. Hollanda ve İtalya, deniz kıyısına yakın olan yerleşim yerlerini ve tarihi evlerini (deniz yükselmesine karşı) kurtarmak için devasa projelere imza atıyorlar ve şimdiden önlem alıyorlar. Bu projelerin onlarca milyar dolar proje tutarlarından daha önemlisi, teknolojiyi kullanarak ve hatta (bu uğurda) icatlar yapılarak sonuca gitmeye çalışmalarıdır.

Diğer bir mega proje ise Amerika’da sürdürülüyor ve üstelik bu çalışmaların temeli “insanlı uzay çalışmalarına” kadar dayanıyor. Amerikalı bilim insanları, insan soyunun tehlikede olduğunu hesaplıyor ve yüz yıl sonrasında kurtarılacak insanlar için, (imkânsıza yakın olmasına rağmen) Mars gezegeninde koloni hayatı planlıyor. Şüphesiz, insan çok önemli, dolayısı ile de dünyadaki insanların var olması, insan ırkının sağlıklı bir yaşam sürdürmesi ve rahatı amaçlanıyor. Bu yüksek teknoloji gerektiren mega projelere imza atanlar ise sadece üç-beş gelişmiş ülke. Peki geri kalan ülkeler (hiç olmazsa) kendi insanları için neler yapıyor? İşte yapılanlar; taşeron ya da alt-taşeron işleri yani tam Türkçesi; ülkelerini geliştirmeyen ve “katma değeri düşük olan işler”… Bu ülkelerin hepsi “takipçi” durumundan kurtulamıyor. Kısır siyasi çekişmeler ve dış tuzaklar da çok olunca “akıl”, “”kalıcı ve geliştirici işler yapmak yerine”,  başka tarafa gidiyor.

Kitaplarımda hep yazdığım gibi; “aklın yolu bir” desek de cazip yollar, yan yollar ve kestirme yollar çok var ve hata yapanlar da çok var. Cazip yolları bize servis eden ise “şeytan”. Düştüğümüz hataları başka bir kişi, ülke ya da olayda aramayalım! Buradan şu sonuç çıkmaktadır; “kendi kendimizi sıkıntıya sokuyoruz, yüce yaratıcının uyarılarını dikkate almıyoruz, aklımızı kullanmıyoruz ve akıl etmiyoruz”. Şüphesiz, her insan kendi kaderini çizer, bu çizdiği kader yolunda her yol mubahmış gibi olur ve eğer menfaatler de ön plana çıkarsa, her türlü hataya davetiye çıktı demektir. Bu tür insanların çoğalması ve bencilliklerin artmasıyla beraber, “çoğunluğun toplam hatası” ile karşılaşırız. Olağanlaşan hatalar, tüm toplumu felakete götürebilir. Tarihte bunun örnekleri yok mu? Sadece bir lider bile, aldığı yanlış ya da yanlı kararlar ile “dünya savaşı” çıkartabiliyor. Kaybedenler kim? Çoğunlukla savaşa destek veren halk. Bu yaşananların hiçbirisinin ayrıca “kader” ile ya da “kadercilikle” de bir ilişkisi olamaz. Kişisel tercihler ve kişilerin bu hataları, eğer onların kaderinden kaynaklı ise (ki, öyle gözüküyor) ülke olarak bu kötü gidişi, yıllardır yaşatılan deprem ve afet facialarını ve bu kötü kaderi hak etmiyoruz…