Utku KABAKCI'nın 3 Nisan 2024 tarihli yazısı: Hakikatin Fısıltısı Yalanın Yaygarasını Bastırır

Platon’un şu meşhur mağara metaforunu bilirsiniz. Doğumlarından itibaren mağarada yaşayan ve hiç dışarı çıkmayan insanlar vardır. Bu kişilerin sırtı mağaranın girişine dönüktür. Boyunlarından, ellerinden ve ayaklarından zincirlerle bağlandıkları için değil dışarı çıkmak, dönüp mağaranın girişine dahi bakamazlar. Girişte yanan ateşin ışığı ile mağaranın duvarına zaman zaman bazı gölgeler düşer. Bu gölgeler mağaranın önünden geçen dışardaki diğer insan ve hayvanlara aittir. Mağarada yaşayanlar için gerçek, gölgelerden ibarettir. Çünkü gördükleri tek şeydir. Aslında gördükleri hakikatin kendisi olamayacak kadar sığdır. Ama mağarada yaşamına devam edenlerin bunu idrak etmesi güçtür.  

Platon’un anlatısında zincirlerini kırarak hakikati kavramış olanlar, filozofluk mertebesine yükselmiş kişilerdir. Platon’a göre bilge insanlar, gölgeleri hakikat sananları rüyalarından uyandırmak cesaretine sahip olmalıdır. Bu misyon cesaret ister. Çünkü birilerinin mutlak gerçek olarak inandıkları ne varsa öyle olmadığının yüzlerine vurulması gerekir ki bu hiç de kolay bir görev değildir. Mağaradaki insanların zincirlerinin kırıldığını tasavvur edelim. Ne yaparlardı? Kuvvetle muhtemel mağaradan çıkmayı reddederlerdi. Çünkü bu kişiler için zincirlerin ellerinden alınması, dünyalarının başlarına yıkılmasıyla aynı anlama gelir. Mağaranın dışındaki aydınlık (hakikat) gözlerini kör edecek kadar kuvvetli olduğundan; insanların, hayvanların, eşyanın, olay ve olguların doğrudan kendisine değil de gölgesine bakmayı daha konforlu bulurlar. Bu yüzden de zincirlerini kırmak isteyenlere saldırırlar.

Günümüzde hem geleneksel hem de yeni medyanın işlevini Platon’un bu hikâyesi ile açıklamak mümkündür. Mağaranın girişinde yanan ateş, medyanın tam da kendisidir. Bizlere suni ışığı ile birtakım göstergeler sunar. Hedef kitleye uygun olarak işin profesyonelleri tarafından üretilen ve pazarlanan göstergeler de zamanla gerçeğin yerini alır. Daha doğrusu gerçeğe tercih edilir. Yani büyük yalan ateşine odun taşıyanlar sadece profesyoneller değildir. Kandırılmaya gönüllü olanlar da üretilen yalanları yaymaya heveslidir. İdam sehpasına hakikati çıkaran medya olsa da o tabureye büyük bir hırsla tekmeyi savuran kitlelerdir.

Boğulmaya çalışılan gerçek ne kadar can çekişirse çekişsin mutlaka gün yüzüne çıkmak gibi bir vasfa sahiptir. Bu nedenle medyanın sahte ışıkları cazip görünse de günün birinde sönmeye mahkûmdur. Mahkûmiyet cezasını kesecek olanlar ise gerçeği mırıldanmaktan yorgun düşmeyen hakikat savaşçılarıdır. Medya yalanlarını tüm gücüyle bağıra bağıra zihinlerimize işlese de hassas kulaklar elbet bir gün daha derinlerden fısıldayan hakikatin sesini işitecektir.