Utku KABAKCI'nın 5 Nisan 2024 tarihli yazısı: Ekranlara Hapsedilen İletişimi Kurtarmak

Toplumsal yaşamdaki yeniliklerin temel sebebi çoğunlukla ekonomi sahasında meydana gelen değişim ve dönüşümlerdir. Kitlenin ekonominin ihtiyaç duyduğu yeniliklere yönlendirilmesi işlevini ise iletişim alanı üstlenir. Yeni ekonomik düzenin çarkının döndürülebilmesi için iletişim araçlarından yararlanılması gerekmektedir. Bu nedenle de iletişimi basit bir şekilde sadece bilgi ve duygu aktarımına indirgemek hatalı bir bakış açısı olur. İletişim, yeni olan iktisadi yapının meşruluk kazanması ve devamlılığını sürdürmesi için olmazsa olmazdır. Toplumlar, ekonomi ile iletişim arasındaki bu sağlam bağ üzerinden biçimlendirilir. Söz konusu iki kurum birbirlerine bu kadar tabi olduğundan birinde meydana gelen değişim, diğerinin de değişmesi sonucunu doğurur.

Günümüz koşullarında özellikle de mega kentlerde; ulaşım, yer, zaman gibi sorunlar sebebiyle bireyler yüz yüze iletişim kurma imkânını büyük ölçüde kaybetti. Buna zayıflamaya başlayan insan ilişkilerini ve aidiyet bağlarını da eklediğimizde iletişimin neden ekranlara hapsolduğu çok daha iyi idrak edilecektir. Ayrıca bugün için bireylerin sayısız uzmanlık bilgisine kendiliğinden ulaşmaları da mümkün değildir. Böyle bir atmosferde ihtiyaç duyulan bilgi, haber ve yorum gereksiniminin giderilebilmesi için başvurulabilecek temel referans kaynağının medya olması kaçınılmazdır. Ancak medyada da yer ve zaman problemi olduğu unutulmamalıdır. Bu sebeple kitle iletişim araçları, gerçeği parçalayarak küçük göstergeler hâlinde medya tüketicisinin önüne getirir. Hakikatin ufalanması süreci aslında gerçekliğin yeniden inşa edilmesi anlamına gelir.

Ekonominin değişen dinamikleri doğrultusunda işin profesyonelleri tarafından üretilen göstergelerin medya vasıtası ile bireylerin önüne tekrar tekrar konulması suretiyle sistemin meşruluğu sağlanır. Göstergelerin bu denli etkili olmasının asıl nedeni ise aidiyetlerinden uzaklaşmaya başlayan bireylerin nasıl var olabilecekleri sorusuna bir yanıt veriyor olmasından kaynaklanır. Bugünün iktisadi düzeninin tasarrufu değil de tüketimi merkeze koymasından dolayı imgeler üzerinden farklı olmanın, kendin olmanın, var olmanın formülü olarak satın alma davranışı işaret edilir. Markaların reklam kampanyaları incelendiğinde aslında vadettiklerinin pazarlanmaya çalışılan ürün veya hizmetin somut işlevi değil, bir kimlik olduğu ortaya çıkmaktadır. Toplumsallık zayıfladığı için kim olduğu sualinin cevabını diğer insanlarda bulamayan birey; halkla ilişkiler, reklam ve pazarlama uzmanları tarafından ilmek ilmek örülen tüketerek kimlik edinilebileceği algısına kapılır.  

Medyanın hâkim olduğu bir toplumsal düzende gösterge yağmurundan kaçmak mümkün değildir. İleti sağanağı altında parçalanmış gerçekler ve hızlı bir şekilde akıp geçen videolar arasında kendisini kaybolmuş hisseden birey, yönünü bulamaz. Fakat yine de adresi hep kaybolmasının baş sorumlusu olan medyaya sormak durumunda kalır. Bu paradoksun çözülebilmesinin yegâne yolu ise mümkün olduğunca tekrar yüz yüze iletişimi tercih ederek insan ilişkilerini kuvvetlendirmekten geçer.