Mürvet KARA'nın 25 Mart 2024 tarihli yazısı: Tiyatronun da Dijitali Olur mu? -4

Önceki yazımızda bahsettiğimiz konulara biraz daha detaylı bakalım.

Öncelikle gün geçtikçe dünyadaki canlılık algımızın değiştiğini belirtmemiz gerekiyor. Şu anki algıya göre canlı olmak her zaman doğal olmak demek değildir. Bunun; laboratuvar ortamında üretilen canlılar, insan bedenlerine ilintilendirilen protezler vesaire gibi pek çok örneği vardır. Bu durum, uydu ve internet yoluyla “canlı” yayınlar yapmayı da kapsamaktadır. “Canlı” kavramı, bazen naklen yayın anlamına da gelmektedir.

Naklen yayın sırasında seyredilen görüntünün saniyelik dahi olsa bir gecikmesi mevcuttur ve bu durum aslında işin yapaylığını ortaya koymaktadır. Ancak teknolojik gelişmelerin bu farkı sıfıra indirdiği düşünüldüğünde galiba yapay ve gerçek canlı ve cansız arasındaki ayrım tümden ortadan kalkacak. Tiyatroda herkesin aynı anı paylaşıyor olması koşulu, bu naklen canlı yayınlarda mümkün müdür? Bence değildir ama burada başka bir eş zaman durumu ortaya çıkmaktadır. O da gündelik zamanın akışı içerisinde herkesin aynı amaç için aynı zamansal parantezi açmasından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla belki saniyelik gecikmeler vardır ancak insanlar günün belli bir saatini bir seyirliği seyretmeye ayırmıştır ya da bu seyirliği icra etmeye. Dolayısıyla dolaylı yoldan da olsa herkes aynı anı paylaşıyor diyebiliriz.

Bir diğer husus ise dijital etkileşim çağında mekânsallık sorunumuzdur. Oyun oynanırken biz evlerimizde kendi koltuklarımızda bulunuyoruz fakat o sırada dijital bir etkileşim hâlindeyiz. Dolayısıyla aslında hem dijital bir mekânda ya da mecrada var oluyoruz hem de fiziksel olarak bulunduğumuz yerde bulunuyoruz. Aslında bu noktada daha önce bahsettiğimiz, tele-oluş kavramına geri dönmüş oluyoruz, bir de elbette daha önceki köşelerimden birinde bahsettiğim tele-modernizm kavramına… Hâliyle dijital bir etkileşim esnasında o etkileşimin yaşandığı mecrada mevcut oluyoruz demektir. Mevcut sözcüğünün vücut sözcüğü ile ilişkisi düşünüldüğünde de zaten aslında var olmayan bir bedeni internet mecralarında simüle ettiğimizi, dijital mecralarda kurduğumuz avatarları “canlandırarak” bir oyun alanı inşa ettiğimizi ve bu oyun alanının aslında yeni bir varoluş vadettiğini otomatik olarak kabul ediyoruz demektir.

Tüm bunlar bir arada düşünüldüğü zaman aslında dijital dünyada sergilediğimiz pek çok şey, bir temsil alanı yaratıyor diyebiliriz. Buna haber içerikleri de dâhil ki haberlerin “doğru”ları sunma vaadi bununla alakalı bir başka nokta olarak karşımıza çıkmaktadır. Haberler doğrudur, çünkü haber dediğimiz şey de aslında bir temsili içinde barındırır. Bu temsil, haberi yazan kişinin ve editörün dünyası tarafından objektifliğini kaybederek okurunun veya seyircisinin karşısına çıkar. Hâliyle tiyatro ve haber arasında oyun ve temsil ilişkisi bağlamında bir benzerlik olduğu aşikârdır.

Bu yazıda canlılık, zamansallık ve mekânsallık kavramları üzerinden dijital dünyaya dair bir eleştiriyi tamamladık. Bir sonraki yazımızda artık yaptığım araştırmanın tabloları ile devam edeceğiz ve Kovid-19 döneminde tiyatro dünyasından sanatçıların ne tür durumlarla nasıl başa çıktığını ve ne gibi sonuçlar aldığını incelemeye başlayacağız. Toplamda 14 katılımcı ile gerçekleştirdiğim röportajlarda 11 soru sordum ve bu sorulara gelen yanıtlardan 9 farklı fenomen elde ettim. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere.