Betül Gökçe AKGÖL'ün 16 Nisan 2024 tarihli yazısı: Kötülüğün Sıradanlığı Üzerine

Jonathan Glazer’ın Cannes Film Festivali’nden Jüri Büyük Ödülü ve FIPRESCI Ödülü, Oscar’da ise En iyi Ses, En İyi Film, En İyi Uyarlama Senaryo, En İyi Yönetmen ve Yabancı Dilde En İyi Film dallarında ödül alan filmi İlgi Alanı, kamp komutanı Rudolf Höss’ün Auschwitz’in bitişiğinde yaşadığı “huzurlu” aile hayatından bir kesit sunuyor.

Martin Amis’in aynı adlı romanının serbest bir uyarlaması olan film, buz gibi gerçekliği ile farklı bir Auschwitz filmini izleyiciyle buluşturuyor. Alışık olunanın aksine, renkli bir film olan İlgi Alanı filminde yaşananlar bugün yaşanıyor izlenimi veriyor.

Auschwitz’in komutanı Rudolf Höss ve ailesinin kamp duvarlarının bitişiğinde rüya gibi bir hayat sürdüğü gerçeğine hemen inanmak çok zor. Hiç görmeyip sadece uğultusunu işittiğimiz bir cehennemin ortasına bırakılmış, yapay bir “cennet bahçesi” fikri, film boyunca dehşetimizi diri tutuyor. Aslında bu “cennet bahçesi” fikri, Rudolf-Hedwig Höss çiftinin “Alman rüyası” bir nevi Hitler’in büyük vaadi.

İlgi Alanı’nı sessiz izlerseniz, fabrikanın yanında, Höss ailesinin günlük hayatını izlediğinizi düşünebilirsiniz. Anne mutfakta arkadaşlarını ağırlıyor, baba işe gidiyor, işten geliyor, hizmetliler dört bir yana koşturuyor. Köpekler mutlu, çocuklar mutlu, kuşlar, böcekler, çiçekler mutlu. Gözleri acıtacak kadar aydınlık, aile huzuru saçan imgeler… O kadar sıradan ki. Rudolf Höss, çocuklarına gece masal okuyan, ailesini yüzmeye götüren, onlarla kadeh kaldıran bir komutan. Kanlı çizmeleri bir köşede yıkanırken, bazen uzun uzun düşüncelere dalıyor. Yeni bir krematoryuma onay vermekle iyi mi yaptı? Diğer yandan herkes gibi sevecen bir baba. Adeta herkes gibi yaşayan bir aile.

Evin çocuklarının bahçede oynarken attıkları çığlıklar, bebek ağlamaları, havuza atlama seslerinin arasında, arkada hiç kesilmeyen bir gürültü kulaklarımıza geliyor. Yoğun bir makine gürültüsü, silah sesleri, çığlıklar hep kulağımızda bir yerde. Özellikle de geceleri. Ancak film boyunca, tüten bacalarını gördüğümüz kampı gözlerimizle görmüyoruz. Duvarların ardında yaşananları görmek için illa orada olmaya ihtiyacımız yok ancak, film boyunca şu soru kafamda döndü durdu: “Onları duyduğumuz gibi onlar da bu sevinç çığlıklarını duydu mu?”

Hedwig’in o çok sevdiği evine, “cennet bahçesine” annesi konuk oluyor. Bayan Hensel karakteri, “Kamp duvarlarına bakıp “Belki Esther Silberman oradadır. Hani evini temizlediğim kadın. Perdeleri için sokaktaki mezata katılmıştım ama karşı komşusu kaptı. O perdeleri çok beğenirdim” cümleleriyle sarsıcı bir gerçeği yüzümüze çarpıyor.

Bence filmin en çarpıcı sahnelerinden biri, Hedwig’in büyük bir gururla evini gezdirdiği sahneydi. Yan tarafta kampın durmadan tüten bacalarını görürken, bir diğer tarafta ise evin ayrıcalıklarını izliyoruz. Bir nevi sınıf atlama hikayesi aslında. Sonradan görmelik. Bayan Hensel, kızının unvanıyla gurur duysa da geceleri gördükleri ve evin zehirli havası, pılını pırtısını toplayıp gitmesine neden oluyor.

Rudolf Höss bir sahnede kızına bir Alman masalı olan Hansel ve Gretel’i okuyor. Onca masalın arasında, içinde korkunç günahların bedelinin ödendiği, kötü cadının diri diri yandığı ve dev bir fırının olduğu tek örnek. Gerçek hayatta Höss ailesi günahlarının bedelini diri diri yanarak ödedi mi bilinmez ama, finalde de gördüğümüz gibi geride ne Rudolf kaldı ne de Hedwig…