Prof. Dr. Esat ARSLAN'ın 18 Mart 2024 tarihli yazısı: Türk Üçgeninin Köşebaşısı: Somali

Modern tarih aktarıcılığının, sosyolojinin ve iktisadın öncülerinden kabul edilen büyük filozof ve devlet adamı İbn Haldun’un (1332-1406) “Coğrafya kaderdir” betimlemesini bilirsiniz. Kendi hâline, her bir şey kadere bırakıldığında son derece doğru bir yaklaşım olarak görülen bu saptama, İbn Haldun'un zamanları aşan bir tespiti olarak kabul edilir. Onun bu kaderci yaklaşımı, yedi ciltlik “Mukaddime” adlı eserinin birinci cildinde detaylıca anlatılır. Anlamsal bir bütünlük içerisinde iki kelimelik bu ifade siyasi ya da elitist bir cümle değil, tamamen gerçeklere dayanan durağanlığın bir tespitidir. Kuşkusuz, onun bu paradigması, “coğrafya-sosyoloji-siyaset” üçlemesi üzerinde yükselince farklı anlamlar ifade eder. Tabii ki dümdüz kaderci bir zihniyet boyun eğmeyi gerektirir ancak o kaderci zihniyete boyun eğmeden o coğrafyada yaşam savaşı verebilmek de ulusal şuurun olmazsa olmaz bir meziyetidir. İstanbul Boğazı-Marmara Denizi ve Çanakkale Boğazı’ndan meydana gelen “Türk Boğazları” ile Kızıldeniz girişinde Eritre, Cibuti, Somali ile Etiyopya’nın bulunduğu ve gergedan boynuzuna benzediği için “Afrika Boynuzu” deniz geçiş kriterleri açısından birbirine benzer coğrafi özellikleri taşırlar. Ancak bir farkla. Biri kadere, daha doğrusu emperyalizme, sömürgeciliğe, yayılmacılığa boyun eğmemeyi bir düstur olarak benimsemişken diğeri ise üzülerek ifade etmek gerekir ki zorunlu bir boyun eğişi simgelemektedir. Şüphesiz bunda en önemli pay, Mustafa Kemal Atatürk ve onun dehasıyla öngörülen “1936 Montrö Sözleşmesi”ne aittir. Öte yandan Somali’nin zorunlu boyun eğişi, 1960’ta birer ay arayla, İtalyanların Somali’nin güneyinden, İngilizlerin de Somali’nin kuzeyinden çekilmesi sonrasında doğan bağımsız Somali’nin önce kuraklık, savaş ve emperyalizm ile imtihanından kaynaklanmaktadır. Ankara merkezli bağımsız politikalar üreten Türkiye Cumhuriyeti ise örneğin RF-Ukrayna Savaşı içerisinde “Montrö’nün patronu benim” becerisini gösterebilmiştir.  Müteveffa Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in belleklere çakılan o ünlü Isparta şivesiyle “GAP’ı gaptırmam” sözü gibi, Türkiye kesinlikle Montrö’den ödün vermemiş, “Türk Boğazları” jargonunun önemi tekrardan dosta düşmana bir kez daha anımsatılmıştır. Her üç ülke, başta ABD olmak üzere RF ve Ukrayna, Türkiye’yi bu konuda ödün vermeye zorlamış ancak Türkiye Montrö’den kesinlikle ödün vermeyerek gereği neyse onu yapmaktan çekinmemiştir. (1)

Çok uluslu “Merkezi Devletler Topluluğu”, bir anlamda Osmanlı Commonwealth Ülkeleri konumundaki (Ottoman Commonwalth Countries) Osmanlı Devleti’nden Türkiye Cumhuriyeti’ne tevarüs eden jeopolitik kuramlardan belki de en önemlisi “Türk Üçgeni” doktriner yaklaşımıdır. Bir dik üçgen konumundaki “Stratejik ‘Türk Üçgeni’; Katar, Somali ve Sudan”dan oluşmaktadır. Savunma sanayiindeki yerli-milli gelişime koşut olarak Türk Silahlı Kuvvetleri yurt dışında askeri üs kurma çalışmalarıyla hem bölge ülkelerinin istikrarını hem de dış ilişkilerde Ankara merkezli üretilen sağlam politik ilkelerini temellendirmeyi tekrardan benimsemiştir. Afrika Boynuzu ülkelerinden Yemen Denizi’nde bin 400, Hint Okyanusu’nda da bin 800 kilometrelik kıyı şeridiyle Somali, uzun zamandır Türkiye’nin jeopolitik ilgi alanı içinde yer almaktadır. Bu kapsamda daha önce yedi denizde de gemi yüzdürebilme olanak ve yeteneğine sahip olan Türk Deniz Kuvvetleri ile korsanlara (?) karşı BM adına güvenlik devriyesi görevini icra etmiştir. Bu görevi sırasında Somali’de üs kuran Türk Silahlı Kuvvetleri, ardından Körfez ülkelerinin tüm tepkilerine karşın Katar’da “TSK Kara Unsur Komutanlığı”nı da faaliyete geçirmiştir. Somali ordusunun yenilenmesi ve subay yetiştirilmesi konusunda eğitimlerde bulunan Türk Silahlı Kuvvetleri, Katar’da da benzer faaliyetler yürüterek iki ayrı stratejik noktada yerini sağlamlaştırmış, berkitmiştir. Basra ile Aden Körfezi arasında hayali bir hat oluşturan Türkiye Cumhuriyeti, üçüncü bir stratejik hamle daha gerçekleştirerek 2017 yılında Sudan’daki Sevakin Adası’nın tesisi için stratejik Türk Üçgenini tekrar hayata geçirmiştir. Afrika’nın Hac kapısı olarak bilinen Kızıldeniz’e kıyısı olan Stratejik Türk Üçgeni’nin üçüncü köşebaşısı konumundaki “Sevakin Adası”, yüzyıllardır hem Müslümanlar için hem de bölge ticareti için son derece stratejik öneme haizdir. (2) Savakin Adası’na benzer bir ada da Osmanlı Tuna Donanması için büyük bir öneme haiz Tuna Nehri üzerinde bulunan Adakale olmuştur. Malum Osmanlı Devleti’nin Fırat Dicle üzerinde de El Cezire Donanması bulunuyordu. Kuvvet yapısını coğrafya belirler, devlet olarak sahip çıkılmazsa başka devletler o bölgelere sahip çıkar, tıpkı Süveyş Kanalı gibi. Avrupalıların Mısır'daki haklarını koruyacağını duyuran İngiltere, önce İngiliz İstihbarat Servisinin (BIS) marifetiyle Avrupalıların mallarını yağmalatır sonra da Akdeniz Donanması ile 15 Eylül 1882 tarihinde İskenderiye'yi, bir oldu bitti ile Mısır ve Şüveyş Kanalı’nı işgal eder. Osmanlı Devleti'nin de yapabileceği bir şey olamaz, olmamıştır da.

Bugünkü Romanya topraklarında yer alan ve üzerinde Türk nüfusun yaşadığı Adakale Adası, Romanya Cumhurbaşkanı Nikolay Çavuşescu ve Yugoslavya Lideri Josip Broz Tito marifetiyle 1968 yılında Demirkapı Barajı'nın yapılmasıyla sular altına âdeta itilmiştir. 1970 yılında Romanya ile Yugoslavya’nın Tuna Nehri üzerinde ortaklaşa inşa ettiği hidroelektrik santralinin tamamlanmasıyla da Tuna Nehri’nin yükselen suları altında kalmıştır. Oysa Adakale’nin, 8,5 ay süren Lozan görüşmelerinde Türk egemenliğinde bırakılması yönünde büyük bir çaba gösterilmiştir. Adakale, Türklerin Tuna Nehri’nde 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması’yla yitirmiş olduğu son Türk toprağıdır. (3)

1960 yılında İtalya ve İngiltere’den bağımsızlığını kazanan Somali, emperyalizmin tekrardan boyunduruğu altına girmek bağlamında bölgesel sorunlar ile karşı karşıya bırakılmıştır. Örneğin 200 bin kilometrekare yüz ölçümü bulunan, çöl Ogedan bölgesi, Somalilerin yaşadığı bir bölge olmasına karşın Afrika Boynuzu’nda savaş potansiyeline sahip kaotik ve enfekte edilmiş bir bölge isteyen emperyalizm tarafından bilerek 1954’te Etiyopya’ya bırakılmıştır. İnsanın özgürlükten yoksun bırakılan Afrika için, “Vah benim ‘güzel Afrika’m’” diyesi geliyor.

Babelmandeb Boğazı girişindeki 23 bin 200 kilometrekarelik Fransız Somalisi “Cibuti” de 1977’de bağımsızlığını kazanmıştır ama Fransa’nın tekrar üzerine gelmesini önlemek adına Somali ile birleşmeyi aklından bile geçirememiştir. Türk boğazlarıyla karşılaştırılabilecek boyutta Babelmandeb Boğazı’na bakan 370 km’lik kıyısı ile güçlü dünya aktörlerinin hizmetine sunduğu jeopolitik gücünü, yıllık 5,6 milyar dolarlık gayrisafi yurt içi hasılaya dönüştüren Cibuti, tam bir uluslararası üsler zincirine dönüşmüştür. Sömürge iken Fransız Somalisi olarak adlandırılan Cibuti, 1977’de bağımsızlığını kazanırken bin 450 Fransız askerinin konuşlandığı Fransız hava ve deniz üslerinin varlığını kabullenmek zorunda kalmıştır. Yemen Denizi’nde deniz haydutluğunu bahane eden Fransa, 2009’dan itibaren Cibuti’deki deniz üssünde birer Alman ve İspanyol bölüğü ile hava üssünde bir İtalyan bölüğünün de daimi olarak konuşlanmasını sağlamıştır. (4)

Parçalanmış Somali ise tarımı güçleştiren kötü iklim kaderiyle kalkınmakta oldukça zorlanmıştır. Kuraklık ve tarıma elverişli olmayan iklim koşulları sebebiyle Somali, 1969 yılında kendini bir askeri dikta rejimi içerisinde bulmuş, bu nedenle 1970’lerde Doğu Bloku’na yaklaşmak zorunda kalmıştır. Nihayet Ogedan için 1977’de Etiyopya ile yaptığı savaştan sonra “tükenerek” yeniden Batı emperyalizminin ağına düşmüştür. Tükenmiş Somali halkı, 1991’de “dikta rejimi”ni zorla devirirken devleti de çökertmiş, kendilerini 21 yıl devletsiz ve ordusuz bırakacak kanlı bir iç savaşın içine düşmüştür. (5)

İç Savaş ortamı, Batı emperyalizminin kaçıramayacağı bir ortamdır. Tıpkı Arap Baharı gibi, içine düşülen bu kaotik ortamı kaçırmak istemeyen Batı emperyalizmi, Birleşmiş Milletleri (BM) de devreye sokarak istikrarı sağlamak ve insani yardım yapmak amacıyla Somali’de BM Operasyonu (The United Nations Operation in Somalia, UNOSOM I-II) ve Birleşik Görev Kuvveti (The Unified Task Force UNITAF) adlarıyla yeni bir yapılanma sürecine girmiş, Nisan 1992’den itibaren Somali’ye BM gücü görünümü altında asker göndermiştir. ABD liderliğindeki koalisyon güçlerinin BM çatısı altındaki 22 bin kadar barış gücü askeri, “Umut Operasyonu” adını verdikleri bir harekât ile Somali’yi kontrol etmeye çalışmıştır. ABD’nin komuta başarısızlığı üzerine önce bir Türk mekanize piyade bölüğü 2 Ocak 1993-22 Şubat 1994 tarihleri arasında Somali’de görev almış, UNITAF’ın komutası da 4 Mayıs 1993-18 Ocak 1994 tarihleri arasında bir Türk korgeneraline tevdi edilmiştir. Unutmamak gerekir ki uluslararası hukuksal zemini her şeyin ötesinde tutan Türkiye, Kore'den sonra ilk kez Somali'ye 1993-1994 yılları arasında bir yıl süreyle BM çatısı altında asker göndermiştir. Oysaki Somali’ye ilk adımını attığı bu dönemde, Somali yönetimini kendi çıkarına uygun şekillendirmek üzere müdahaleye yeltenen ABD, 3-4 Ekim 1993’te yıldırım çarpmışa dönmüştür. Emperyalizmi ülkelerinde istemeyen milis gruplarla yapılan bir sokak çatışmasında ABD askerlerinden 18’i ölmüş, 75’i yaralanmış; öldürülen bazı ABD’li askerler, ayaklarından direklere asılarak Mogadişu sokaklarında sergilenmiş, bu görüntüler yayınlanınca Amerikan kamuoyu ayağa kalkmıştır. Birkaç ay sonra Somali’de tek bir ABD askeri bile kalmamış, ABD’nin çıkarlarına hizmet etmek için Somali’de bulunan -Türkiye dâhil- diğer devletler de askerlerini 1995’e kadar bölgeden tahliye etmiştir. (5) ABD kamuoyunun medyatik sesi olan Hollywood film sanayii, 1993'teki Mogadişu çatışmasını konu alan “Kara Şahin Düştü” (Black Hawk Down) adıyla bir sinema filmini de 2001 yılında vizyona sokmuştur.

Somali topraklarından kapı dışarı edilen yayılmacı Batı; 1995’ten sonra, bu defa kaçak balıkçı gemileri ile korunmasız Somali sularının -yıllık 24 milyar dolar değere sahip- balık kaynaklarına el atmıştır. Balıkları çalındığı için açlıktan ölümlerin anormal şekilde arttığı Somali’de balıkçıların denizden elleri boş dönmeleri yetmiyormuş gibi, bölgeden geçen Batılı sivil gemilerden bazılarının Somali sularına -göstere göstere- kimyasal ve radyoaktif atık gömdüklerine de tanık olmuşlardır. Batının büyük harflerle ifade etmeye yeltendiği bölgedeki deniz haydutluğu ya da korsanlığının sebeb-i hikmeti budur. Bu durum doğal olarak Somali’nin mavi vatanında kaçak avlanan yabancı balıkçı gemilerine ve Somali sularından geçen yabancı ticaret gemilerine saldırı ve kaçırma olaylarının başlamasına yol açmıştır. Küçük balıkçı tekneleri ile ticaret gemilerine el koymak, sanıldığı kadar başarılması kolay olmamakla birlikte Somalili balıkçıların yüzlerce girişiminden yalnızca birkaçı başarılı olabilmiş ve kaçırılan birkaç ticaret gemisi de radyoaktif/kimyasal atık gömme tazminatı alınarak serbest bırakılmıştır.

Denize kıyısı olmayan yani “karaya kilitli ülke” statüsündeki Etiyopya, denize çıkabilme ümidiyle ve tabii ki Batı’nın da hararetli özendirmesiyle 2006-2009 döneminde Somali İç Savaşı’na müdahil olunca Somali’deki dengeler tamamen birbirine karışmıştır. Müslüman Somali’nin Hristiyan Etiyopya tarafından işgal edilmeye çalışıldığını gören Somali’nin köktendinci İslami kesimi, 2007’de 10 bin kişilik askeri gücü bulunan, radikal Eş Şebab (Genç Mücahitler Hareketi) Örgütünü kurmuştur. Bu örgüt, Afrika Birliğinin Somali’de istikrarı sağlamak için görevlendirdiği ve toplam mevcudu 20 bini geçen Etiyopya, Kenya, Uganda, Burundi ve Cibuti koalisyon güçleri ile savaşmaya başlamıştır. Somali İç Savaşı’nın tarafları arasında uzlaşıya kapalılığı ile bilinen El Şebab Örgütü, zamanla Somali, Etiyopya ve Kenya’da yüzlerce masum sivilin katliamından sorumlu Batı’nın güdülediği küresel bir terör örgütüne dönüşmüştür.

2011, yılı bir başka felaketi de beraberinde getirmiştir. Son 60 yılın en büyük kuraklığı olarak bilinen 2011 yılında Somali’de 4 milyon insan açlıkla karşı karşıya gelmiştir. Bir anlamda “ekonomik tükenmişlik” içinde bulunan Somali’ye Batı da şartlı bir ekonomik destek dayatmıştır. Ancak bu durum karşısında Somali’ye Türkiye’den amasız, koşulsuz bir dost el uzanmış, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da dost yardım eli olarak harekete geçmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın tüm tehlikeleri göz ardı ederek 19 Ağustos 2011 tarihinde gerçekleştirdiği ziyaret ile iki devletin ilişkilerinde bir dönüm noktası oluşturulmuştur.  Türkiye ve Somali arasındaki 22 Mayıs 2010 tarihli Çerçeve Anlaşması ve 13 Nisan 2012 tarihli Askeri Eğitim İş Birliği Anlaşmaları’nın hayata geçirilmesiyle kışla arazisinin tahsisi, kuvvetlerin statüsü gibi hususlara yönelik protokoller ve Somali Türk Görev Kuvveti'nin gönderilmesine dair alınan Bakanlar Kurulu kararıyla Türk Görev Kuvveti Ağustos 2017'de Somali'ye ilk intikalini gerçekleştirmiştir.

Türkiye, Somali’ye yardımlarını koşulsuz olarak istikrarsızlığın olası tehlikelerine karşın aracısız ve ihtiyaç sahiplerine ilk elden teslim ederek yapmayı yeğlemiştir. Kuzeydeki “Somaliland” eyaletinin inatçı bağımsızlık iddiası devam etmekle birlikte Somali’de, 2012’de kabile kavgaları sona erip hükûmetin kalıcılaşması ve 2016’da anayasal düzene geçiş, Türkiye’nin farklılığını daha da belirgin bir duruma yükseltmiştir. Türkiye’nin Afrika’daki bu tarz insani yaklaşımları, dünya literatürüne “Türk Usulü İnsani Yardım” kavramını yerleştirmiştir. Somali’deki altyapı, ulaştırma, diplomasi desteklerinde de “karşılık” aramayan, dünyadaki en büyük büyükelçiliğini bu ülkede kuran Türkiye, hastane, çadır kent, okul ve yetimhaneler kurmuş, tarım-hayvancılık eğitimleri vermiş, üniversitelerinden burs olanakları sağlamıştır. Somalililerin gönlünde taht kurarak sevgisini kazanmasını bilmiştir. Ancak tahmin edildiği gibi, Somali’de istikrara geçişin yaşandığı bu dönemde, emperyalizmin siyasi ve ekonomik ayak sesleri, yeniden hissedilmeye ve duyulmaya başlanmıştır.

Somali'nin kalkınmasına büyük destek sağlayan Türk Üçgeni’nin köşebaşısını oluşturan başkent Mogadişu'daki Anadolu Kışlası'nda konuşlu Somali Türk Görev Kuvveti (STGK) bu hareketin itici gücünü oluşturmaktadır. 30 Eylül 2017'den bu yana Somali ordusunu eğiten Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), özellikle terörle mücadele konusunda deneyimlerini aktarmaktadır. STGK Komutanlığının eğitim faaliyetleri kapsamında Somali'de bugüne kadar harp okulundan 417 subay, astsubay okulundan 422 astsubay mezun olmuştur. Hâlen harp okulunda 200, astsubay temel eğitim sınıfında ise 30 olmak üzere 230 öğrenci, Türk subay ve astsubaylarından eğitim alıyor. Birlik eğitimi kapsamında da Somali Piyade Taburlarına tabur eğitimi verilmektedir. 2019-2022 yılları içerisinde Somali Piyade Taburlarının eğitimleri kapsamında toplam 10 tabur kadar bir kuvvet, Somali Ulusal Ordusu'na teslim edilmiştir. (7)

Bütün bunlardan sonra demem odur ki 8 Şubat 2024’te Somali ile imzalanan “Savunma ve Ekonomik İş Birliği Anlaşması” ile 19 Şubat 2024’te, Cibuti ile imzalan ikili askeri iş birliği anlaşması, Afrika Boynuzu’ndaki barış ve istikrarın teminatı olacaktır, bundan hiç kimsenin endişesi olmamalıdır. Türkiye ve Somali arasındaki dostluğun pekiştirilmesi, Somali ordusunun teşkilat, eğitim, öğretim, askeri altyapı ve lojistik sistemlerinin iyileştirilmesi amacıyla 30 Eylül 2017'den bu yana eğitim ve danışmanlık faaliyeti yürüten Anadolu Kışlası'nda harp okulu, astsubay okulu ve Birlik Eğitim Grup Komutanlığı bünyesinde kara, hava ve deniz kuvvetleri personeli inşa edilen geleceğin, yeni Somali’nin de güvencesidir, sevgili okurlar.

Dipnotlar:

(1) Esat Arslan, “Zelenskiy Türkiye’ye Geliş Amacı Neydi?”, STRASAM, 11.03.2024

(2) “Stratejik ‘Türk Üçgeni’: Katar, Somali ve Sudan”, Stratejik Ortak, 13 Kasım 2018

(3) H. Yıldırım Ağanoğlu, “Tuna nehri'ndeki son Osmanlı: Adakale”, skyroad sitesi, 08 Kasım 2021

(4) Halil Özsaraç, “Cibuti Üsler Diyarı”, Aydınlık Gazetesi, 02 Mart 2024, s.10

(5) Halil Özsaraç, “Emperyalizme karşı dost arayışındaki Somali’ye uzatılan Türk eli-I”, Aydınlık Gazetesi, 09 Mart 2024

(6) Halil Özsaraç, “Emperyalizme karşı dost arayışındaki Somali’ye uzatılan Türk eli-II”, Aydınlık Gazetesi, 16 Mart 2024; https:// https://www.aydinlik.com.tr/koseyazisi/emperyalizme-karsi-turkiye-ve-somali-el-ele-ii-460586 / Erişim Tarihi 17.03.2024/ (7) Hanife Akliman, “Somali’nin geleceği MEHMETÇİĞE EMANET” Sabah Gazetesi, 12 Mart 2024, s.5