15 Nisan 2023 tarihli Ersan Akbaş köşe yazısı

“High Noon” anlamı “Tam öğle vakti”…

1952 yılı yapımı Amerikan western filmi... Nam-ı diğer kovboy filmi... Siyah-beyaz film, ülkemizde “Kahraman Şerif” adıyla gösterime girmiş. Başrollerinde Gary Cooper ve Grace Kelly var.

Evet, kahramanımız bir şerif... Ama eski olacak bir şerif. Çünkü evlenmektedir ve yıllardır hizmet verdiği kasabadan ayrılacaktır. Karısıyla birlikte, yeni bir yaşama yol alacaktır.

Ama yaşamın tüm güzel anlarında olduğu gibi kara haberin gelmesi gecikmez.

Kahramanımızın 5 yıl önce cinayetten hapse gönderdiği ‘Frank Miller’ adlı katil, Kuzey mahkemeleri tarafından serbest kalmıştır.

İdam haberi beklenen kötü karakterimizin çetesiyle birlikte kasabaya geleceği hem de intikam almak için geleceği haberi tez ulaşır.

Çanlar bir anda Güneydeki kasaba halkı ve kahramanımız için çalmaya başlar.

Kasabanın önde gelenleri şeriflerinin bir an önce kasabadan gitmesi yönünde çaba sarf ederler. Başlangıçta başarılı da olurlar.

Yeni evli çift kasabadan kaçarcasına ayrılır. Ama Şerif ‘Will Kane’ bunu kendine yediremez ve kasabaya geri döner.  Acaba dönmese miydi?

Çünkü döndüğü anda filmimizin tadı acılaşır.

Başta arkadaşları olmak üzere, yıllardır koruduğu kasaba halkında bir değişim başlamıştır. Bu değişim, korkunun ayak sesleridir.

Şerif Kane, kötü karakterle çarpışmak için yardım istedikçe kapılar tek tek yüzüne kapanır. 

Bu arada zaman da daralmaktadır.

Filmin adı gibi kötü karakterimiz, ‘tam öğle vakti’ bir trenle kasabaya gelecektir.

Çetesini önden göndermiştir. Kendisini tren istasyonunda bekleyeceklerdir.

Herkesin bildiği bu gerçeğe karşı şerifin yaklaşık bir saatlik zamanı kalmıştır.

Zamana karşı bu yarışta film, bizi de içine çeker.

Senaryonun dakikaları, filmin dakikalarıyla bir olur, aynı anda ilerler. 

Artık, trenin geliş anını kasaba halkı gibi biz de bekleriz.  

Şerif ise beklemez, kasabanın içinde bir o yana bir bu yana dolaşır durur.

Kime gittiyse korku duvarını aşamaz. Cesaret herkesten kaçmış, bir çocuk ile bir ayyaş adamda vücut bulmuştur.

Şerif ne yapsın bunları…

Kader anları yaklaştıkça sıkıntısı, çaresizliği artar. Yüzünün hatları gerginleşir. Ölüm çağırmaktadır onu. Bu çağrı karşısında yeni evli karısı bile su koyuverir!

Kendi cesaretini sorgular, korkusu belki de cesaretinin yakıtıdır, bilemez.

Bilmesine de gerek yoktur, ya ölecektir ya yaşayacaktır.

Hayatta her şeyin bir bedeli vardır.  Kasabanın tutumu bu bedelin ne olduğunu kahramanımıza öğretecektir.

‘Tam öğle vakti’ geldiğinde kasaba sessizliğe bürünür. Tek ses trenin geldiğini haber veren siren sesidir. Şerif artık tek başınadır. 

Tanrının unuttuğu kirli küçük kasabada hesap zamanıdır. Çaresizlik ve sıkıntının sözlükteki anlamı da budur.

Hep böyle değil midir?

Çaresizlik anımızda çıkış yolu ararken hep yalnız değil miyizdir?

Hayatımıza mâl olacak kararları sonunda tek başımıza almaz mıyız?

Korkularımız mı yönlendirir bizi yoksa cesaretimiz mi?

Ya da her ikisi de yaşamımızın bir parçası değil midir?

Korkak kararlarımız olduğu kadar cesaretli kararlarımız yok mudur?

Korkularımız bizi cesaretlendirmez mi?

Hayatın kendisi de bu değil midir?

Hayatın kendisini görmek istiyorsanız…

Sıkıntılı anlarınızda nasıl yalnız bırakıldığınızı görmek istiyorsanız…

Çaresizlik içinde kıvranıp dururken yardımın neden gelmediğini görmek istiyorsanız…

Bilge mertebesindeki insanların size hangi üslupta akıl verip durduğunu görmek istiyorsanız… 

Ya da tüm bunları dışarıdan bir gözle izlemek istiyorsanız bu filmi mutlaka izlemelisiniz. 

Unutmadan! Şerife hayat veren “Garry Cooper” da mutlaka ama mutlaka kendinizden bir parça bulacaksınız.