Baha YILMAZ'ın 13 Şubat 2024 tarihli yazısı: Susturma Hakkı!

Geçtiğimiz pazar günü bir dostumun davetine icabet ettim. Hukuk alanını kendisine meslek edinmiş, oldukça başarılı bir avukat olmasının yanı sıra siyaseti, memleket meselelerini kendisine dert eden bu arkadaşım bir dost meclisi olacağını söyleyince yola koyuldum.

Ekseriyeti 45 yaş üstü olan bu mecliste farklı meseleler konuşuldu. Daha doğrusu konuşulmaya çalışıldı! Uzun yıllardır tanıştığım bir arkadaşım kendisine söz gelince ortamda bulunan kasvetli havanın bizzat müsebbibi olarak yaş almış grubu gösterince işler karıştı. Herkes bu arkadaşıma taarruz etmeye başladı. İşin enteresan yanı bu taarruzların tonlamasının yüksek olmasıydı. Biraz önce demokrasi ve adaletin olmayışından dem vuran yaşını başını almış pek çok kişi ifade özgürlüğünü hiçe sayarak taarruz ediyorlardı.

Bir süre sonra bu tonlamalar “Sen sus, Konuşmaya hakkın yok” imalarına dönüşünce, arkadaşım ev sahibini zor durumda bırakmamak için isteksizce de olsa susmak zorunda kaldı.

Doğrusu yaşadığımız olay en hafifinden zor kullanarak fikrinden ötürü linç etmek gibi bir şeydi. Şahit olduğumuz durum memleketin genel durumuna çok uzak değil. Geçtiğimiz akşam bir Youtube kanalında yayınlanan Şebnem Korun Fincancı mülakatı da aslında buna benzer bir manzaranın ortaya çıkmasına neden oldu. Videonun altında bin bir hakaretin yanı sıra yazılan “susturun bu kadını” ya da “hangi yüzle konuşturuyorsunuz” cümleleri dost meclisinde yaşadığımız halin birkaç derece daha sertiydi.

Birisini beğenmiyorsak, fikrini tasvip etmiyorsak o kişi susturulmalıdır ya da kahir ekseriyetin kanaatini ifade etmiyorsa o dilin susturulması hatta memleketin ali menfaatları için kopartılması elzemdir.

Karşı tarafı susturma hakkı talebi bir gerekçe ile yani bir suçlamayla gerçekleşiyor. İfade etmek gerekir ki, bu suçlama hakkı sadece muhafazakarlara ya da milliyetçilere ait bir hak değil. Çünkü şöyle bir baktığınızda herkes çok rahatlıkla birbirini suçlayabiliyor. Sekülerler dindarları, milliyetçiler solcuları, AK Partililer CHP’lileri, CHP’ler AK Partilileri vs. herkes birbirini suçlamakta at başı gidiyor.

Hangi gruba aidiyet duyduğunuzun bir önemi yok bu suçlama furyasında hatta zamanının da bir önemi yok. Hatırlayın, bir dönem başörtüsü yasaklarını eleştirmek ya da yakın tarihimizin en sıkıntılı olaylarını resmi tarih anlayışın dışında konuşmak, susturulmanız için yeterli sebepti. Bugün de suç istinatlarının değiştiğini ancak susturulma talebinin değişmediğini görüyoruz. Depremde yaşadığı sıkıntıları feryat etmek isteyen pek çok mağdurun susturulduğunu, yayınların kesildiğini gördük. İsrail’e yapılan ihracat konusunda itiraz etmek isteyen pek çok vatandaşın hainlikle suçlanarak susturulduğuna da şahit olduk.

Peki neden bir insan ya da grup başka bir insanı ya da grubu susturmak ister? Maalesef bu sorunun tek ve mutlak bir cevabı yok. O zaman cevapları biraz irdeleyelim.

Bir yere ait olma duygusu: Karşınızdaki ne kadar haklı olursa olsun ya da ona ne kadar hak verirseniz verin onu susturma ihtiyacı duyabilirsiniz. Çünkü karşınızdakini haklı bulmanız sizi bulunduğunuz korunaklı alandan, gruptan dışarı atılma endişesine neden olabilir. Diğer bir tanımlama ile bulunduğunuz grubun hakim görüşüne aksi bir görüşü haklı bulmanız sizi dışlanma endişesine sevk edebilir.

Güce ortak olma duygusu: Hâkim bir görüşü benimsemeniz ya da iktidara aidiyet duymanız bu yapıların görüşlerine ya da ideolojisine mesuliyet duymanıza sebebiyet verebilir. Eğer hâkim görüş beyaza siyah diyorsa beyaza siyah diyerek güce ortak olma tatminine ulaşabilirsiniz. Böyle olunca karşınızdakini susturmak görevinizdir.

Kabahatinize ket vurmak: Geçmişinizde işlediğiniz kabahatleri karşınızdan duymak istemeyebilirsiniz. Bu durumda tek çare karşınızdakini susturmaktır.

Ön yargıların ön görü olması: Maalesef bugün susturma hakkının en genel geçer gerekçesi bu olsa gerek. Zihnimizin bir tarafına yerleştirdiğimiz ön yargılarımızın devreye girerek. Karşı tarafı dinleme hoş görüsünü bile göstermek istemiyoruz. Ön yargılarımızı bir ön görü kabiliyetine büründürerek karşımızdakini susturmayı hak biliyoruz.

Eğer duymak istemediğimiz şeyler bir solcudan ya da bir dindardan ya da farklı bir mensubiyetten geliyorsa söylediği ne olursa olsun susturmak için gerekçemiz hazır bulunuyor.  Ermenileri sadece ermeni oldukları için, kadınları sadece kadın oldukları için, Kemalistleri sadece Kemalist oldukları için ya da dindarları sadece dindar oldukları için susturabiliyoruz. Görüşlerinde haklı olup olmadığına bakmıyoruz.

Çünkü kolayımıza geliyor. Rahatsız olmak, statükomuzun değişmesini ya da yıllarca inandığımız değerlerin sarsılmasını istemiyoruz. Oysa her gün değişiyor ve değiştiriyoruz. Değişimi reddederken değişime maruz kaldığımızı görmek istemiyoruz. Bulunduğumuz yerlerden o kadar eminiz ki bir gün bizim de konuşmaya ihtiyacımız olabileceğine ihtimal vermiyoruz.

Konuşmaya ne kadar çok ihtiyacımızın olduğunu görmezden gelerek, ifade özgürlüğünün herkes için bir hak olduğunu atlayarak. Suskunluğun yetersizliğinde yitip gidiyoruz.